"Hac Yolunda Bir Karınca"

"İlim, gurbette vatan; cehalet, vatanda gurbettir." İbni Rüşd

29 Mart 2022 Salı

Mehmet Genç: Bir Âlimin Hayat ve İlim Serencamı | Abdullah Mesud Küçükkalay



Mehmet Genç: Bir Âlimin Hayat ve İlim Serencamı | Abdullah Mesud Küçükkalay

Bu kitap, hayatını ezelî hikmetin peşinden gitmeye ve ona ulaşmaya adayan; kâinatı, insanı ve maddeyi anlamak ve onların gerçekliklerini kavrayabilmek için bitmez tükenmez bir gayret gösteren; ilmi faaliyetlerini hayatının değil, hayatını ilmi faaliyetlerinin bir amacı olarak kabul etmiş bir âlimin, Mehmet Genç hocanın çile dolu hayat ve ilim yolculuğunu anlatmaktadır. Bir ilim insanının nasıl yaşaması, nasıl olması ve nasıl çalışması gerektiğinin mümtaz bir örneğini; ilim yolculuğunun izlerinden hareketle bütün çalışmalarının ayrıntılı bir tahlilini ve onun Osmanlı-Türk tarihi ve iktisat tarihi araştırmalarına yaptığı önemli, orijinal, ufuk açıcı ve hedef belirleyici katkılarını okuyucu ile buluşturmaktadır.



 Okuyucu bu çalışmada, Mehmet Genç’in sadece azimle mücadelelere bezenmiş hayat hikâyesini değil, aynı zamanda bütün eserlerinin tahlilini; kaleme aldığı çalışmaların hangi önemli bilimsel problemlerle ilişkili olarak geliştiğini; benimsediği bilim felsefesi ve metodolojinin özelliklerini; sosyal bilimler, tarih ve iktisat tarihi anlayışının inceliklerini; bazı sosyal bilim ekol ve düşünürleri ile olan düşünce ve yöntemlerinin benzerlik ve farklılıklarını ve kökten değişime neden olan bilimsel katkılarının ayrıntılı bir tahlilini de bulacaktır. Bu kitap ile okuyucu, üniversite kurumunun dört duvarı arasına sıkışıp kalmış teknokrat ve payeli pek çok akademisyenin kuru ve yavan dünyasının aksine, bilmeyi bir hayat ve varoluş ameliyesi ve sonsuzluğa uzanan kutlu bir yol olarak kabul eden örnek bir hocanın sıcak ve zengin ilim dünyasına davet edilmektedir.

#Kitap

Stok Kodu
:
9786254082900
Boyut
:
13,5 cm x 21 cm
Sayfa Sayısı
:
543
Basım Yeri
:
İstanbul
Baskı
:
1
Basım Tarihi
:
Mart 2022
Kapak Türü
:
Karton Kapak
Kağıt Türü
:
55 gr Holmen
Dili
:
Türkçe

https://www.otuken.com.tr/abdullah-mesud-kucukkalay-mehmet-genc

Share:

28 Mart 2022 Pazartesi

Mehmet Genç: "Çöküş Paradigmasını" Çökerten Adam


 Mehmet Genç: "Çöküş Paradigmasını" Çökerten Adam

Ali Osman Aydın İletişim: aliosmanaydin@yeniakit.com.tr

“Osmanlılar Doğu Akdeniz’e ve Avrupa’nın Doğu’suna kaba kuvvetle hakim oldular. İlk 10 padişah enerjik adamlardı ama daha sonra tahta geçenler zayıf ve iradesiz adamlardı; zevkü safa, rüşvet ve saray entrikaları içine gömülerek fetihlerden koptular. Avrupa’da meydana gelen yeniliklerden habersiz kaldıkları için gerileme başladı. Yönetimleri hukuk dışı ve keyfi olduğu için Viyana’dan Edirne’ye dönmek zorunda kaldılar. Gelirken olduğu gibi giderken de bir medeniyet başarısı göstermiş değillerdi. Bilim, felsefe, hukuk, fikir ve teknolojide bir hayat işareti göstermemişlerdi. Kurmuş oldukları zorba düzenin sona ermesi sadece Balkan milletleri için değil bizzat Türkiye için bir kurtuluştur. Bu medeniyet yoksunu dönemi kapamış olmak başlı başına bir başarıdır. ”

Bu yazıda geçen yıl kaybettiğimiz, ilmi mirasıyla bu ülke tarihine gerçekten çok büyük hizmet yapan, tarihçimiz Mehmet Genç’i anmak istiyorum. Yukarıdaki alıntıyı da kendisinden yaptım. Tarih araştırmalarına başladığı 1960 Türkiye’sinde aydın kamuoyundaki Osmanlı tasavvurunun bu şekilde özetlenebileceğini söylüyor Mehmet Genç. Osmanlılar hakkındaki kanaat bugünde değişmiş değil aslında. İlkel ve akıl dışı ne kadar imaj varsa Osmanlıların üzerine yapıştırılmış durumda. Çoğu insan bu klişeleşmiş yalanlardan dolayı Osmanlı’nın ve onun temsil ettiği tüm değerlerin katıksız düşmanı bugün.

Mehmet Gençde bu kara propagandanın etkisinde giriyor Osmanlı arşivlerine. Hatta o dönem, (1746-62 yılları arasında) İngiliz Sefiri olarak İstanbul’da görev yapan Sir James Porter’ın: “Bürokrasideki dikkat ve itina bakımından hiçbir Hristiyan devlet Babıali ile yarışamaz. Muameleleri çok büyük bir titizlikle yaparlar. Herhangi bir emri ve kararı, eğer tarihi biliniyorsa ne kadar eski olursa olsun hemen bulup çıkarabilirler” ifadelerini okuyunca inanamıyor. Çünkü lise kitaplarına göre “gerileme” dönemi yaşayan Osmanlı’nın, Prusya’daki meşhur Friedrich’in bürokrasisinden ya da 14. Lui’nin (Fransız) bürokrasisiden daha etkin olması ona pek mümkün görünmüyor.

Genç, tezi içinarşivlere girdikten sonraSir James’in söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu anlıyor. Sadece Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi adlı 15 sayfalık makalesini tamamlamak için 10 yıl gece gündüz çalışıyor ve 1 milyondan fazla evrakı inceliyor. “Hac yolunda bir karınca” olarak tanımladığı çalışmalarıyla, sisler içindeki Osmanlı iktisadi sisteminin “iskeletini” çıkararak tarihçilerin hizmetine sunuyor. Sonrasında devam ettirdiği araştırmalarıyla hepimize ezberletilen, Kemalist dünya görüşünün de bel kemiğini oluşturan Osmanlı’nın çöküş  paradigmasını temelden sarsan tezler geliştiriyor. İlmi çalışmalarından dolayı hiç evlenmeyen Genç hakkında onlarca tez yazılıyor.

Popülerlikten bilinçli bir şekilde uzak duran Genç’in 40 yıllık çalışmalarını bir araya topladığı anıt kitabı,Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi’dir. Şimdi meseleyi daha iyi anlamak için Genç’in hayatını adadığı çalışmalarıyla ulaştığı gerçeklerden birkaç örnek verelim.

OSMANLI HAKKINDA GÖRÜŞLER

Genç, hepimize ezberletilen “kuruluş, yükselme, duraklama, gerileme ve dağılma”diye bildiğimiz mahkum edici, yargılayıcı dönemlendirmelere karşı çıkar, çalışmasında.

Eğer illa dönemlendirme yapılacaksa, Osmanlı tarihini “kuruluş ve genişleme (1300-1700), daralma ve değişme(1700-1922)” olarak iki periyoda bölerek incelemenin daha doğru olacağını söyler.

Ezberletilen dönemlendirmenin yanlışını ortaya koymak için şu gerçeği ortaya koyar: “Viyana kuşatıldığı 1683 yılından imparatorluğun sona erdiği 1922 yılına kadar geçen süre 239 yıldır. Daralmanın hızı yıllık 4.000 km2 civarındadır. Aynı sahanın fethi genişleme döneminde(1354-1683) 329 yılda gerçekleşmiştir ki bunun da yıllık ortalaması 3.000 km kadardır. Gidiş ve dönüş hızları arasındaki fark %25-30 civarındadır. Ama ilerlerken karşı kampı oluşturan Avrupa’ya oranla dönüşte kat kat büyümüş, adeta devleşmiş bir Avrupa vardır. Osmanlıların daralması bana göre ilerlemesinden daha başarılı bir operasyondur, mucizevi bir direnme vardır. Müthiş bir direnme gücü…Hem de Avrupa’nın dünyaya hakim olduğu bir dönemde.”

Üstelik bütün bunlar olurken Genç’in verdiği istatistiğe göre Osmanlıların kontrol ettikleri nüfusun sadece %20’si Türk ve Müslümandır.

            Bugün toplumumuzda da Osmanlı tarihi ile ilgili büyük ölçüde yükselme dönemi denilen zamanın padişahları bilinir ve anılır. Fakat birleşmiş kıta Avrupa’sına karşı adım adım savunma yapan sonraki dönemler önemsenmez . 1. Abdülhamid’i, 1.Mahmud’u, 3. Mustafa’yı, dönemlerinde yaşananları ancak ilim ehli bilir.      

 OSMANLI TOPRAK SİSTEMİ

Mehmet Genç Avrupa-Osmanlı farklılığını izah ederken, kapitalist Avrupalıların “İnsan ekonomi içindir” diye düşündüğünü, Osmanlıların ise, “Ekonomi insan içindir” diye düşündüklerinin altını çiziyor. Avrupalılar böyle düşündükleri için insani maliyeti çok yüksek olmasına ve birkaç yüzyıl toplumlarını sefalete sürüklemesi pahasına sanayi devrimini gerçekleştirdiklerini söylüyor. Osmanlı da hayat görüşü tamamen farklı olduğu için böyle bir dönüşüm yaşamıyor.

Osmanlılarda ekonomik üretimin hedefi yurt içi ihtiyacın karşılanmasıdır. Bu nedenle devlet zirai toprakların mülkiyet hakkını fertlere bırakmıyor. Miri adı verilen bu sistemde toprak çiftçilere babadan oğula geçecek şekilde kiralanmış sayılıyor; alım satımına, vakfedilmesine, bağışlanmasına müsaade edilmiyor. Çiftçilerin topraklarını bırakıp şehre göç etmelerine izin verilmiyor.

Ürün, üretildiği yerde tüketiliyor. Prensip bu. Çünkü 50 km öteye giderse, ulaşım bedeli ürünün fiyatını ikiye katlayacak! Bu yüzden Osmanlı yöneticileri, sayısı 100- 150’ye kadar çıkan köylerden oluşan bölgeler (Kazalar) oluşturuyorlar. Üretimin ilk amacı bu bölgedeki insanların ihtiyaçlarını karşılamak. Kapitalizmden farklı olarak, ne kadar tüketilecekse o kadar üretim yapılıyor. Osmanlılar için fazla üretim arzu edilen bir şey değil. Çünkü bu ancak başka alanlardan emek ve sermayeyi çekip bir başka alana kaydırmakla mümkün. Bu ise, emek ve sermayenin çekildiği bölgede, istihdam sorunu ve kıtlık oluşturabilir.

 OSMANLILARIN HEDEFİ NEYDİ? 

Devletin en büyük amacı, üretim ile tüketim arasındaki dengeyi sağlamak ve insanların ihtiyaçlarını yaşadıkları yerlerde karşılamaktı. Bunun için devlet esnafı, ziraatı, ihracatı, göçü sıkı bir şekilde kontrol ederdi. Bu sistem insanlara eşitlikçi bir ekonomik düzen, istikrarlı ve asgari bir refah vadediyordu. Öyle ki Genç araştırmalarında bazı vergi oranlarının yüz yıldan fazla bir süre değişmeden kaldığını tespit etmişti. 

Günümüzde yaşanan gıda krizini, sayıları artan ve yaşanamaz hale gelen metropolleri, gelir dağılımındaki adaletsizliği, yoksulluğu ve ona bağlı olarak çoğalan sosyal problemleri düşündüğümüzde, Osmanlı tecrübesine kadar insani olduğu ortaya çıkar. Osmanlı yöneticileri, coğrafyalarının gerçekten çok kısıtlı maddi imkanlarına ve zengin kaynaklara sahip Avrupa ile sürdürdükleri aralıksız savaşlara rağmen, bu düzeni korumayı en büyük vazifeleri bildiler. 

            Genç: “18. yüzyıl sonlarına kadar sanat, kültür, iktisadi faaliyetler, organizasyon, üretim ve refah bakımlarından ‘Osmanlı sistemi ne zaman geriledi?’ diye bir soru sormanın zor olduğunu” söylüyor.

 SİSTEMİN ÖZÜ!

Osmanlı sisteminin özünü ise kısaca şöyle anlatıyor: Dayanışması yüksek ve meritokratik esaslara göre işleyen bir elit zümresine sahip oldular. Yani “Emaneti ehline veriniz” ayet-i celilesini başından sonuna kadar icra etme iradesini terk etmediler. Yani zihni ve maddi kaynakların tedavülünü sağladılar. Kaynakların belli ellerde, belli gruplarda ve belli ailelerde, belli sosyal zümrelerde birikmesini önlediler. Elitin içine, kabiliyetlileri bulup sevk eden bir mekanizma kurdular. Elite bir kere girdikten sonra orada yerleşip devam etme imkanlarını çok sınırladılar. Devamlı sirkülasyonu sağladılar. Yönettikleri topluluklara ırk, mezhep, din gibi hiçbir sınırlama koymadılar. “Müslüman olacaksınız ve sadece Türkçe konuşacaksınız” gibi bir talepleri yoktu.

Bugün hala kısık sesle ifade edilen bu çarpıcı gerçekleri büyük ölçüde gün yüzüne çıkaran Mehmet Genç’in hayatını harcayarak ortaya koyduğu çalışmalar oldu. Kemalizm, okul kitaplarına kadar giren yalanlarıyla Osmanlı’yı Orta Afrika yerlileri gibi göstermeye çalıştı on yıllarca. İşte bu tarihi çalışmalar bu propagandanın büyük bir aldatmaca olduğunu; Osmanlıların dünyayı ve ondaki değişimleri anı anına takip eden, buna göre pozisyonunu ayarlayan, değişen vahşi ekonomik sisteme karşı insan odaklı sistemlerini ayakta tutmaya çalışan, maddi-kültürel bütün kaynaklarını en rasyonel şekilde kullanan-geliştiren bir topluluk olduğunu ortaya koyarak Osmanlı tarihinin üzerindeki yalan örtüsünü kaldırdı. Mehmet Genç Hocayı ölümünün 1. sene-i devriyesinde saygı ve rahmetle anıyorum.   

Kaynak:

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/ali-osman-aydin/mehmet-genc-cokus-paradigmasini-cokerten-adam-38585.html

Share:

20 Mart 2022 Pazar

Mehmet Genç: Hac yolunda bir karınca

 

Mehmet Genç: Hac yolunda bir karınca

Mehmet Genç’in vefatının 1. Yıldönümünde Beşir Ayvazoğlu’nun Hac Yolunda Bir Karınca bir biyografi kitabı okurla buluştu. Ayvazoğlu, Erol Güngör biyografisi üzerinde çalışırken Güngör’ün yakın dostu Mehmet Genç bildiklerini ve hatıralarını heyecanla kendisine anlatmış ve kendi biyografisini de yazmasını istemişti.

R.RUVEYDA OKUMUŞ 20 Mart 2022, 01:00 Yeni Şafak
​Mehmet Genç: Hac yolunda bir karınca ​
Mehmet Genç
Türkiye’de iktisat tarihinin duayen isimlerinden Mehmet Genç’in hayatı, ilmi yolculuğu ve iktisat tarihi alanındaki çalışmaları Beşir Ayazoğlu’nun usta kaleminden okuyucuya sunuldu. 18 Mart 2021’de kaybettiğimiz Mehmet Genç’in vefatının ardından pek çok anma (nekroloji) yazısı kaleme alınmıştı. Bunlardan birisi de Beşir Ayvazoğlu tarafından İslam Araştırmaları Dergisi’nde “Hac Yolunda Bir Karınca” Mehmet Genç İçin Bir Biyografi Denemesi” başlığıyla Ağustos 2021’de yayınlanmıştı.

  • Ayvazoğlu bu makaleden yola çıkarak Mehmet Genç üzerine ilk kitap olacak Hac Yolunda Bir Karınca Mehmet Genç isimli eseri kaleme aldı. Türk Kültürüne Hizmet Vakfı yayınları arasından çıkan kitap, Mehmet Genç’in vefatının 1. yıldönümünde Altunizade Kültür Merkezi’nde düzenlenen Beşir Ayvazoğlu, Şerafettin Deniz, Fehmi Yılmaz, İhsan Ayal, Yunus Uğur, Cengiz Aydoğdu ve Ekrem Ayyıldız’ın konuşmacı olduğu anma programında tanıtıldı.

Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle Cumhuriyet’in 100. yılına armağan yayın projesi kapsamında kültürümüzün temelini oluşturan değerli insanlarımızın biyografileri müstakil kitaplara konu edilerek genç nesillere tanıtılması amaçlamıştı. Bu vesileyle söz konusu proje için Beşir Ayvazoğlu, Erol Güngör ve Mehmet Genç üzerine iki biyografik eser hazırladı. Ayvazoğlu, Erol Güngör biyografisi üzerinde çalışırken Güngör’ün yakın dostu Mehmet Genç bildiklerini ve hatıralarını heyecanla kendisine anlatmıştı. Kanserle mücadele ettiği o günlerde kendisinin biyografisini yazmasını da Beşir Ayvazoğlu’ndan istemişti. Mehmet Genç’in vefatının hemen ardından bir sene gibi kısa bir süre Ayvazoğlu, hocanın biyografisini de tamamlamış oldu.

Cumhurbaşkanlığı tarafından verilen Sosyal Bilimler ve Tarih alanında Kültür ve Sanat Büyük ödülünü alırken, 2015
Cumhurbaşkanlığı tarafından verilen Sosyal Bilimler ve Tarih alanında Kültür ve Sanat Büyük ödülünü alırken, 2015
  • Kitapta Mehmet Genç’in çocukluğu, eğitim hayatı, akademyadaki dramatik macerası, arşivde geçirdiği yılları, felsefeye olan ilgisi, Wagner tutkusu, kütüphanesi, dostlukları, nüktedanlığı ve seyahatleri gibi pek çok başlıkla hayat öyküsü fotoğraflar eşliğinde anlatılıyor. Ayvazoğlu’nun Erol Güngör’ün aziz hatırasına ithaf ettiği Mehmet Genç biyografisi bir ilim adamının yaşamından yola çıkarak yakın dönem siyasi ve kültürel hadiselere de ışık tutuyor.

DOSTLUK SEKSENLİ YILLARDA BAŞLIYOR

Beşir Ayvazoğlu Mehmet Genç’i ilk defa onun 1985-1988 yılları arasında TRT2’de önemli iktisatçıları konu ederek yaptığı program sayesinde tanımış ve 1990’ların başında Ötüken Neşriyat’ın ofisinde her Çarşamba yapılan toplantıların birinde de yüz yüze tanışmıştı. Bu tanışıklık zaman içinde yakın bir dostluğa bürünmüş ve nihayet Ayvazoğlu bir vasiyet telakki ettiği Mehmet Genç biyografisi kaleme almış oldu.

  • Ayvazoğlu, merhum hocayı ömrünü Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Osmanlı iktisat tarihinin problemlerini çözmeye çalışarak geçiren ve tozlu belgelerle didişirken derin karamsarlıklar da yaşayan Mehmet Genç, bir problemi çözdüğü, bir sorunun cevabını bulduğu zaman yaşadığı bütün sıkıntıları bir anda unutan su katılmamış bir ilim adamı, ömrünü Devlet-i Aliyye’nin yapısını anlamaya vakfetmiş bir iktisat tarihçisi, bilgisini ve yıllar boyunca çalışarak biriktirdiklerini isteyen herkesle cömertçe paylaşan mütevazı bir hoca, son derece zeki, sempatik, hoşsohbet, nüktedan ve güzel yüzünden tebessümü eksik etmeyen dost canlısı bir entelektüeldi diyerek anlatıyor.

Kitapta Erol Güngör, Mehmet Çavuşoğlu, Fethi Gemuhluoğlu, Necip Fazıl, Ömer Lütfü Barkan, Nihal Atsız gibi Mehmet Genç’in yaşamında yeri olan isimlerin yanı sıra Mülkiyeden arkadaşları ve meslek yaşamında edindiği dostluklar hakkından bahisler yer alıyor.

Ukrayna’nın başkenti Kiev’de nBahçesaray Cami haziresinde, 1991. nMetin Kunt, Feridun Emecen, nİdris Bostan, Mehmet Genç ve Cemal Kafadar
Ukrayna’nın başkenti Kiev’de nBahçesaray Cami haziresinde, 1991. nMetin Kunt, Feridun Emecen, nİdris Bostan, Mehmet Genç ve Cemal Kafadar

55 YIL ARŞİVDE ÇALIŞMIŞ

Mehmet Genç, 1960’da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Türk İktisat Tarihi kürsüsünde Ömer Lütfi Barkan’ın asistanı olarak göreve başlar. Barkan’ın riyasetinde Sanayi Devriminin Osmanlı Sanayi’ne Etkisi konulu doktora tezi için 1966’da girdiği Osmanlı Arşivi’nde tam elli beş sene çalışmış ömrünün büyük bir kısmını deyim yerindeyse arşivin tozunu yutarak geçirmiştir. Kendisi müşkülleri halleden “hallâl-i müşkil” olarak Osmanlı Arşivi’nde birçok araştırmacıya da cömertçe yardım etmişti.

Çok yönlü bir entelektüel olan Mehmet Genç’in yaklaşık altmış yılda tüm evini dolduran bin bir emekle oluşturduğu on beş bin ciltlik kütüphanesi siyasi tarihten iktisat tarihine felsefeden sosyolojiye kadar sosyal bilimlerin bütün alanlarında kitaplar, nadir eserler, fotokopi ve klasörlerden oluşmaktaydı. Bu kütüphane ve arşivi vefatının ardından ailesi tarafından Millet Kütüphanesi’ne bağışlandı.

  • Mehmet Genç’in seksen yedi yıllık ömründe düşüncelerini ve yaşadıklarını anlattığı günlük yahut hatırat türünde bir eser bırakmamış olması üzücüdür. Onun hakkında dostlarının anlattıkları hatıralar ve tanıklıklar ile çeşitli röportajlar Mehmet Genç biyografisine katkı sunmaktadır.
  • Marmara Üniversitesi’nde 1983 yılından 1999’da emekli oluncaya kadar iktisat tarihi ve tarih metodolojisi dersleri veren Mehmet Genç, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü, İstanbul Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü, Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde ve Şehir Üniversitesi’nde görev aldı. Ayrıca 1973’ten itibaren Osmanlı iktisat tarihi alanında birçok yerli ve yabancı birçok seminere ve ilmi toplantıya katıldı. 1996’da ise kendisine İstanbul Üniversitesi genel sosyoloji ve metodoloji alanında Doktora Şeref Unvanı verilir.

Mehmet Genç dostlarıyla nkütüphanesinde
Mehmet Genç dostlarıyla nkütüphanesinde

2015 yılında Mehmet Genç hem Cumhurbaşkanlığı tarafından Sosyal Bilimler ve Tarih alanında Kültür ve Sanat Büyük ödülüne hem de Sosyal ve Beşerî Bilimler kategorisinde Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Uluslararası Akademi ödülüne layık görülür. 2016 yılında da Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nın Türk Kültürüne Hizmet Şükran ödülü kendisine takdim edilir.

Beşir Ayvazoğlu’nun kısa bir zamanda kaleme aldığı Mehmet Genç biyografisi hoca hakkında yapılacak yeni çalışmalara öncülük edeceği muhakkaktır. Tabi bunun için Mehmet Genç’in Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi’ne intikal eden kütüphane, arşiv ve evrakının tasnifi tamamlanarak gün yüzüne çıkması gerekmektedir.

https://www.yenisafak.com/hayat/mehmet-genc-hac-yolunda-bir-karinca-3770551

Share:

19 Mart 2022 Cumartesi

Dr. Mehmet Genç: "Yerli girişimciliği koruma ve geliştirme politikası 'Hayriye Tüccarları'yla başlıyor"



Dr. Mehmet Genç: "Yerli girişimciliği koruma ve geliştirme politikası 'Hayriye Tüccarları'yla başlıyor"

İktisat tarihçisi Mehmet Genç'e göre, yerli sermayeler ve girişimci geliştirme politikalarının başlangıcı Osmanlı'daki 'Hayriye Tüccarları'na dayanıyor.

Mehmet Genç hocamızın vefat yıldönümü vesilesiyle hakkında hazırladığım blog sayfasını düzenlerken karşılaştığım bu metni sizlerle de paylaşmak istedim. Yararlı olmasını dilerim. Mehmet Genç hocamıza da bu vesile ile Allah'tan rahmet dilerim.

***

İktisadi dönüşüm, sanayi devrimi ve ondan sonraki modern iktisadi büyüme sonucunda Osmanlı reayasındaki Müslümanlarla Gayrimüslimler arasındaki dengenin, batı ile olan iktisadi ilişkilere paralel olarak Müslümanlar aleyhine değiştiğini belirten iktisat tarihçisi Mehmet Genç, bu sürecin nasıl işlediğini ve 'Hayriye Tüccarları'nın nasıl ortaya çıktığını şöyle anlattı:

"Üretim faktörleri klasik iktisatta üç ana grup olarak tasnif edilmiştir. Bunlar; toprak, sermaye ve emektir. Yani bütün üretilenlerde bunların payları değişik olmakla birlikte mutlaka vardır. Osmanlılar bu faktörlerin her üçünü de siyasi sisteminin kontrolü altında bulundurmaya çalışmışlardır. Bunları tam olarak kontrol etmek, devletleştirmek imkanı 20. yüzyılın komünist rejimleri dışında mümkün olmamıştır, hiçbir zaman olmaz da... Olmasının imkan dahiline girmesinin sonuçları komünizmin akıbetinden anlaşılmaktadır. Bütün faktörler bir merkezden kontrol edildiği zaman doğacak risklerin  haddi hesabı yoktur. Ancak bunun götürüleri olduğu gibi getirileri de vardır. Osmanlılar, bu faktörleri kontrol etmeye çalışmışlardır. Sistemi devletin tekelinde, uhdesinde toplamamışlardır. Böyle bir şeyi de istememişlerdir. Yalnız 'faktörlere kimler sahip olacaktır, ne kadar sahip olacaktır ve nasıl el değiştirecektir?' gibi konularda oldukça net tavır almışlardır. Faktörlerin mülkiyeti, tedavülü ve dağılımı konusunda bütün devletlerin bir tutumu ve tavrı vardır. 

Osmanlılar, milli gelirin önemli bir kısmını temin eden zirai ürünlerin üretim faktörü olan toprağı özel mülkiyete bırakmamıştır. Aynı zamanda bunun serbestçe alınıp satılmasını da önlemiştir. Devlet, istediğine istediği kadar toprağı tahsis edecek şekilde mekanizmalar işletmiştir. Bu tahsiste, Müslüman ve Gayrimüslim ayrımı yapılmamıştır. Devlet, kendi mülkiyetinde tuttuğu toprakları aslında özel mülk gibi idrak edilmesini sağlayacak düzenlemeler yapmıştır. Yani köylüler, ekip biçtikleri toprakların kendi mülkleri olduklarını düşünmüşlerdir. Fiilen de buna yakın olmuştur. 

Emeği de önemli ölçüde kontrole etmiştir. Ancak sermayedeki kontrolü, gelişmeler karşısında biraz kaybetti. Zaten baştan da kontrol etmek zordu. Sermayeyi kontrol, cin toplayıp onu kontrol etmek gibi bir şeydir. Başlangıçta Osmanlı Devleti, bazı dolaylı ve dolaysız düzenlemelerle sermayeyi kontrol ediyordu. Öncelikle devlet, fiyat kontrolü yapıyordu. Başından beri karları kontrol ediyordu. Karların normal, makul ve meşru belirlenmiş hadleri vardı. Yani esnaf ve perakendeci tüccarın sattığı ürüne koyabileceği kar miktarı, yüzde 5 ila 15 arasındaydı. Sanayi ürünü üreten esnaf, bu hadlerin dışında bir kay koyamazdı. Koyduğu zaman ona çeşitli yaptırımlar uygulanarak hizaya gelmesi sağlanırdı. Bu hadlerle sermayenin birikim yapması takdir edersiniz ki kolay değildi. Bu hadler, ne öldüren, ne de süründüren ortalama bir hayat sağlıyordu. 

Kontrol Nasıl Bozuldu?

Kontrolü bozan mekanizmalar baştan beri vardı. Bölgelerarası, uluslararası ticarette kar kontrolü kolay değildir. Çünkü o zamanın son derece riskli ve tehlikeli şartlarında bir malı arıyorsunuz ve birtakım maceralardan sonra tüketici pazarlarına ulaştırabiliyorsunuz. Bu tarz ticarette karları yüzde 10'da tutmanın imkanı yoktur. Bu şartlarda bazen yüzde 50 kayıp veya hiç kazanç olmayabilirdi. Fakat buna rağmen bölgesel ticarette de çok büyük servetlerin oluşmasını sağlayacak şekilde kar etmelerine de imkan verdiler. 

19. yüzyıldan sonra hızla büyüyen dış ticaret ve gelişen olaylar, yürütülmekte olan politikalarda büyük değişikliklere neden oldu. 1700 ile 1800 yılları arasında Osmanlı dış ticareti en az 3-4 misli büyüdü. 1800-1900 arası ise belki 10 misli büyüdü. Bu alandaki büyüme, başka hiçbir alandaki ile kıyaslanamayacak seviyededir. 

Osmanlı Devleti, kendi yaşadığı çağın şartları içinde yönettiği kitlelere azami refahı sağlamayı kendine ilk edinmiştir. Onların müreffeh olmalarını sağlamak için ihracatı kontrol ediyor, ithalatı da aşağı yukarı serbest bırakıyordu. İhracatı kontrol ediyordu, çünkü sanayi devrimi öncesinde bütün ülkelerde mal kıtlığı yaşanıyordu. Bu nedenle bir memlekette üretilen ürünler önce o memleketin ihtiyacını karşılaması, ondan sonra fazlalık varsa onun dışarıya gönderilmesi temel politikaydı. Bu nedenle bir memlekette üretilen ürünler önce o memleketin ihtiyacını karşılaması, ondan sonra fazlalık varsa onun dışarıya gönderilmesi temel politikaydı. 

Sanayi devrimine götüren değişmeleri başlatan Batı Avrupa ise, 14. yüzyıldan itibaren o zamanın bu temel politikasından farklı olarak dış ticarete, ihracata yöneldiler ve büyük bedeller ödediler. Osmanlılar ise böyle bir bedel ödemeye yanaşmadılar. Devletin yönetim anlayışına göre yönetilen halk, Allah'ın bir emaneti kabul ediliyordu ve onlara iyi bir hayat yaşatmak esastı. Bu nedenle ihracat sınırlı, ithalat ise serbestti. Yönetim, devletin sahip olduğu sahayı, kendi kendine yeterli bir dünya olarak görüyordu. İthalatın önünü açmak için yabancılara kapitülasyonlarla özel avantajlar sağlanmıştır. 16. yüzyılın sonuna kadar yabancılar Osmanlı memleketine gelip serbestçe ticaret yapıyorlardı, ancak bu haklar, devletin kendi himayesindeki Müslüman ve Gayrimüslimlerinkinden daha fazla değildi. Bu durum, 17. yüzyılın başında batılıların lehine olarak  değişmiştir. Bu son derece önemlidir. 15. yüzyılda coğrafi keşifler yapıldı ve ticaret yolları değişti. Ticaretin ağırlık merkezi Akdeniz'den Atlantik'e geçti. Osmanlılar, Akdeniz üzerinden geçen transit ticaret avantajını kaybetmeye başladılar. Bu avantajı yitirmemek için Hint Okyanusuna giren Portekizlilerle büyük mücadele yaptılar. Sonuçta transit ücreti Portekizlilerle yarı yarıya paylaşma anlaşmasına vardılar. Fakat 1600'lerde batının Portekiz'den farklı olarak kapitalist kurallara göre faaliyette bulunan Hollanda ve İngiltere, ilk büyük anonim şirketlerle Hindistan ve Asya ticaretini deniz yoluyla gerçekleştirmeye kalkınca, Osmanlı üzerinden gerçekleştirilen transit ticaret tamamen bitme noktasına geldi. Bunun üzerine Osmanlılar, İngiliz ve Hollandalıların deniz yolu yerine Osmanlı ülkesinden geçen eski güzergahı kullanmaları için kapitülasyonları onların lehine daha da cazip hale getirdiler. Yani bir nevi teşvik verdiler. Bu ülkelerin tüccarlarına sağlanan haklar, Osmanlı toplumuna tanınanlardan daha fazla oldu. 17. yüzyıl sonunda bu gruba Fransa da katıldı. Sanayi devrimi ile batıda kitlesel üretimin artması ve artan üretimin Osmanlı topraklarına serbesti yüzünden her geçen gün daha fazla miktarda girmesi, Osmanlı toplumunda Müslüman olmayan kesimler için yeni bir başlangıç oldu. Yabancıların diline ve kültürüne daha aşina olan azınlıklar, artan ithalatın yurtiçindeki iş ortakları olmaya başladı. Yabancıların Osmanlı memleketindeki temsilcisi olan bu Gayrimüslimler de, kısa bir zaman sonra İngiliz, Fransız ve Hollanda tüccarlarına sağlanan özel avantajlar kapsamına girdi. Bunun üzerine Gayrimüslim tebaa, yabancı himayesine geçmeye başladı. Bu durum 18. yüzyılın başlarından itibaren giderek arttı. Daha çok Rum ve Ermeniler yabancı himayesine girdi. Bunlar, yabancı tebaasıymış gibi Osmanlı'da faaliyet gösterdiler. 1700'lerde birkaç yüz kişi olan bu grup, 1800'lerde birkaç bini geçtiler ve bunlar, ticaret yapan, sermayedar, iş-güç sahibi insanlardı. Hatta yabancıların yanında çalışmakta olduklarına dair beratları rüşvet gibi çeşitli yollarla elde etmeye başladılar. Osmanlı Devleti yabancılara, dolayısıyla onların Osmanlı coğrafyasındaki ortaklarına tanınan imtiyazları kaldırarak bunlardan kurtulamadı, çünkü onlara muhtaçtı. Bu durum çok önemli bir problem oldu Osmanlı Devleti için. Önce yasakladılar ancak bunun çözüm olmadığını görünce, reayanın yabancı himayesine girme sebeplerini ortadan kaldıralım diye düşündüler ve aynı imtiyazları yerli azınlık tüccarlara da tanıdılar. 

Böylelikle 1806'da 'Avrupa Tüccarları' denen bir grup doğdu. 'Avrupa Tüccarları' denilen grup, Hindistan'dan Avrupa'ya kadar çok geniş bir coğrafyada imtiyazlı ticaret yapma imkanı elde etti. Bu sefer Müslüman Tüccarlar, bölgelerarası ve uluslararası ticarette ve imtiyazlı azınlık olan 'Avrupa Tüccarları' ile gizli ortaklıklar kurmak zorunda kaldı. Böylelikle bir nevi yerli Gayrimüslim tüccarların himayesine girmiş oldular. Bunun üzerine Müslümanlar da, 'Aynı imtiyazları bize de verin' dediler. Yönetim de, Müslüman tüccarların imtiyazlı konuma geçen azınlık tüccarlarının himayesinde çalışmak yerine müstakil olarak iş yapabilmeleri için Müslüman tüccarlara da yabancılara ve yerli azınlık tüccarlara tanınan imtiyazları tanıdı. Böylece 1829'ların sonunda, 'Hayriye Tüccarları' doğmuş oldu. Yani 'Hayriye Tüccarları' batının rekabeti karşısında yerli sermayedar oluşturmanın ve onları korumanın ilk girişimidir."

Kaynak:

Mehmet Genç, "Yerli girişimciliği koruma ve geliştirme politikası 'Hayriye Tüccarları'yla başlıyor", 2005, Çerçeve.

Share:

Açıkoturum: "Osmanlı'da Devlet-Toplum ve Ekonomi" | Mehmet Genç / Ahmet Davutoğlu / Ahmet Tabakoğlu / Mustafa Özel


 Açıkoturum: Osmanlı'da Devlet-Toplum ve Ekonomi 
 Mehmet Genç / Ahmet Davutoğlu / 
Ahmet Tabakoğlu / Mustafa Özel

PDF İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ:




















Share:

Ünlü İktisat Tarihçimiz Mehmet Genç, Röportaj Vermeme Adetini Gerçek Hayat İçin Bozdu

 
Ünlü İktisat Tarihçimiz Mehmet Genç, Röportaj Vermeme Adetini Gerçek Hayat İçin Bozdu





Share:

TARİHİN TALİHİ: MEHMET GENÇ

 


TARİHİN TALİHİ: MEHMET GENÇ

Mehmet Genç ilim âleminde adeta bir efsane gibi dilden dile aktarılan doktora macerası ve Osmanlı tarihinde açtığı yepyeni ufuklarla zihinlerde yer etmiş değerli bir tarihçimizdir. Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi kitabının girişinde yazdığı “Hac Yolunda Bir Karınca” başlıklı yazısı kendisinin tarih araştırmacılığına bakış açısı ve akademik serüveni hakkında önemli ipuçları verir.

  1934 yılında Artvin’de dünyaya gelen Mehmet Genç ilk eğitimini büyük zorluklar içinde tamamlar. Bu yıllarda tarihi hiç sevmediğini matematik dersini ise büyük bir ilgiyle takip ettiğini belirten Genç, tarihi ancak İstanbul’a liseyi okumak için geldiğinde sever. Haydarpaşa Lisesi’nde “leylî-meccanî” okur, orada devrinin büyük fikir adamı ve tarihçisi Nihal Atsız ile tanışır ve bir süre sonra da ahbaplık kurar. O sıralarda milliyetçi duyguların saikiyle sosyal ilimlere de ilgi duymaya başlar. Lise bittikten sonra üniversite için bir karar vermesi gerekir. Okulu bitirdiğinde hemen iş hayatına atılmak için 1954’te Mülkiye’ye girer ve orada Sezai Karakoç’tan Mehmed Şevket Eygi’ye, Cemal Süreya’dan Mete Tunçay’a kadar çok geniş bir yelpazede dostluklar kurar. Ancak onun en iyi dostu, “Onunla kurduğum dostluğu daha sonra kimseyle kuramadım” dediği Erol Güngör’dür. Mülkiye’yi bitirdikten sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bir süre kaymakam vekilliği yapan Genç, 1960 yılında Osmanlı iktisat tarihinin duayenlerinden Ömer Lütfi Barkan’ın asistanı olur ve birlikte çalışmaya başlar.

Barkan arşiv belgeleri üzerinden çalışmalar yapıyordur. Mehmet Genç eski yazı bilir bilmesine ama, bu belgelerdeki yazılar onun bildiği “kitap yazıları”na hiç mi hiç benzemez. O, Max Weber’den hareketle birtakım sosyolojik genellemeler peşindedir. Bu belgelerden hareketle genellemeler yapmak için en az 100 sene yaşamak gerekir. Derin bir buhrana düşen Mehmet Genç, kendisine doktora tezi olarak “Sanayi Devrimi karşısında Osmanlıların nasıl bir tavır aldığını araştırmanın peşine düşer. 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu topraklarına gelen seyyahların kaleme aldığı seyahatnameleri inceler ilkin. Ama Batı literatüründen umduğunu bulamaz ve bir umman olarak tasvir ettiği arşive girer. En başta arşive girmekten korksa da üç ay gibi kısa bir sürede her türlü yazıyı okuyabilecek seviyeye ulaşır. Binlerce vergi defterini adeta samanlıkta iğne arar gibi okur, araştırır, inceler. Ortaya çıkan sonuç ise bir hayal kırıklığıdır. Çünkü “bütün sektörlerde 19. yüzyılın başlarından itibaren vergi kalemlerine ait gelir rakamları hiç değişmiyordu.”

İşte Mehmet Genç’in asıl macerası da bundan sonra başlar. Tezini yazmayı bir kenara bırakıp bu rakamların neden hiç değişmediğinin peşine düşen Genç, o gün bugündür hala Osmanlı Arşivi’nde keşifler peşinde koşuyor. Problemleri çözmekte zorlandığı anlardaysa Wagner’in operaları yetişiyor imdadına… Uzun çalışmalar sonucu ortaya koyduğu Osmanlı ekonomi modeli, “Osmanlı gerilemesi” adı verilen paradigmayı yerle bir eden araştırmaları, genç araştırmacılara olan yardımsever ve babacan tavırlarıyla Mehmet Genç, Osmanlı dünyasının pırıltılı gökyüzünde yepyeni ufuklar açmaya devam ediyor. 

Kaynak: 

Kırmızı Beyaz Dergisi, Sayfa 80-81, 2013, 16. sayı.


Share:

"Rahmetli Mehmet Genç arşivde 40 yılını geçirdiğini söylemişti..." | Ayşe Böhürler

"Rahmetli Mehmet Genç arşivde 40 yılını geçirdiğini söylemişti..." 

Ayşe Böhürler

Osmanlı Arşivlerinin eski binasında tasnif edilmemiş evrakın arasında tarihin izlerini bulan usta tarihçilerimiz var. Orası bir okul gibi olmuş adeta. Rahmetli Mehmet Genç arşivde 40 yılını geçirdiğini söylemişti. Mübahat Kütükoğlu, Nejat Göyünç, Ali Akyıldız, Mehmet İpşirli, Abdülkadir Özcan, İlber Ortaylı gibi pek çok önemli tarihçi Osmanlı Arşivi’ne yıllarını vererek eserlerini ortaya koymuşlardı. Hem de çileli bir şekilde… 

Bugün tüm bunlara ulaşmak çok daha kolaylaştı. Umarım önemine uygun biçimde korunan evrakıyla, binasıyla Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi yeni tarih çalışmalarına ışık olur. Tarih belgeyle yazılır…

Kaynak:
https://www.yenisafak.com/yazarlar/ayse-bohurler/osmanlinin-hafizasi-2062024
Share:

En Popüler Yayınlar


Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!... İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar. Yahya Kemal Beyatlı

DR. MEHMET GENÇ ARAŞTIRMALARI

Translate

Bu Blogda Ara

Link list 3